MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

GARİP HER YERDE GARİP

A+A-

7. asırda, “Solmaz ve pörsümez yeni”nin ve “Ölümsüz şarkı”nın, Arap Yarımadasında henüz nurunu tamamladığı bir dönemde, aralarında o (Nur)u çıplak gözle gören ve (Nur)un feyzini alan bir sahabi olan, Vakkas bin Malik’in de bulunduğu bir müslüman grup, o günkü şartlarda yaşadıkları yere oldukça uzak bir bölgeye, Asya’nın güneyine ticaret yapmak için gemileriyle yanaştıklarında, Arap Yarımadası’nda tamamlanan (Nur) dünyanın değişik coğrafyalarındaki karanlıkları da aydınlatmaya hazırlanıyordu.

Günümüzün zümrüt, yakut, petrol, pirinç ve kereste zengini olan, ancak o tarihlerde bu yönde henüz hiç bir amaresi bulunmayan bu toprakların en önemli özelliği, meşhur ipek ve baharat yollarının başlangıç noktaları olan Çin ve Hindistan’a komşu olmaları ve korunaklı limanları ile ticaret yapmaya elverişli konumuydu.

şehitlerimizin mezar taşları

İslam devletinin güçlenmesi ile bu topraklarla olan ticaret de gelişmeye başlamış ve 8. Asırda artık ticaret gemileri vasıtasıyla büyük kitleler halinde Müslüman tacirler şimdiki adı Myanmar olan ve eskiden Burma denilen bu ülkede, hem islâmiyeti yaymaya hem de ticaret yapmaya başlamışlardı. İki liman arasında gelip giden Müslüman tacirlere ait bir gemi Arakan’a yakın Bengal Körfezi’nde batınca, gemideki onlarca Müslüman karaya çıktıktan sonra bir daha ülkelerine dönmediler ve Arakan’a yerleşerek, burada islamın yayılmasında ilk nüve ve maya oldular.

Aradan geçen 5 asırda, 1400’lü yıllarda, Arakan bölgesinin tamamı islâmiyeti kabul etti ve bu bölgenin yerli müslüman halkı hem maddi hem de manevi bir zenginliğe kavuştu. Aynı tarihlerde artık Asya’nın güneydoğu bölgesi büyük oranda İslamiyet ile tanışmıştı ve Arakan’ın batısında, Hindistan’da meydan yerine çıkan bir cihangir, bir yandan Orta Asya bozkırlarına doğru hareket ederken, diğer yandan Anadolu’da kurulmuş genç bir devletin yıldırımlar gibi çevik hükümdarı ile karşı karşıya gelmiş ve Ankara ovasındaki savaşı kazanarak yönünü yenden Orta Asya’ya, Çin’in kalbine çevirmişti. Ankara Savaşı’nı kaybeden hükümdar, hepimizin bildiği gibi Yıldırım Beyazıt idi ve bu savaş sebebiyle beşe bölünen ülkesi, Beyazıt’ın beş oğlu arasında taht savaşlarına sahne oluyordu.

Anadolu’nun kendisini yedi iklime taşıracak fatihine gebe olduğu ve adeta bir doğum sancısı çektiği bu tarihlerde, Asya’nın güney kıyılarında Arakan isimli bölgede, 1430 yılında Arakan İslam Devleti kuruldu. 1784 yılına kadar bölgeye hâkim olan ve dönemin önemli deniz devletleri Hollandalılar ve Portekizliler ile geliştirdikleri ticaret sayesinde varlık içerisinde yaşayan bu devletin ne tesadüftür ki kurucusunun ismi de Süleyman Şah idi.

1784 yılına kadar Arakan’da müslümanlar barış ve bolluk içinde yaşarlarken, Anadolu’da Türkler önce İstanbul’u fethetti, ardından bir kolu ile Arap yarımadası ve kuzey Afrika’yı fethederken, diğer koldan da Avrupa’nın içlerine kadar İslam Sancağı’nı dalgalandırdı. Burma Sultanlığı’nın, Arakan İslam Devleti’nin egemenliğine son verdiği 1700’lü yıllarda, Anadolu coğrafyasında kurulan Osmanlı Devleti’nin de hamle dönemi bitmiş ve batı karşısında topraklarını koruma çareleri arar olmuştu.

Bu tarihten sonrası, dünya üzerindeki bütün müslümanlar için bir ricat ve yenilgi dönemi oldu. İslâmın bayraktarı olan Osmanlı cephe cephe kaybettikçe, tıpkı Arakan’da olduğu gibi dünyanın her yerindeki müslümanlar da kaybeder oldular. 19. Asra gelindiğinde ise dünyada artık başka bir güç vardı ve “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk”u kurmakla övünen İngilizler, güney Asya kıyılarındaki bu zenginliği ve ticaret hacmini fark ederek bu bölgeyi de sömürge haline getirdiler.

Türklerle, Arakanlı Müslümanlar arasındaki kaderin ikinci kesişmesi ise Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşandı. Filistin cephesinde İngilizler’e esir düşen yaklaşık 12 Bin Mehmetçik, İngilizler tarafından içerisinde Arakan’ın da bulunduğu Birmanya bölgesine getirildiler. Uzun süre kendilerinden haber alınamayan ve bu bölgede İngilizler tarafından ağır şartlar altında çalıştırılan Türk esirler, vefat ettikçe bu topraklara gömüldü ve neticede burada bir Türk mezarlığı meydana geldi. 1964 yılında Myanmar’a gönderilen büyükelçi Seyfullah Esin’in bir görevi de bu bölgede yatan şehitlerin mezarlarını tespit etmek ve buraya bir şehitlik yapmaktı. Myanmar hükümeti tarafından hiç bir destek almadan bölgedeki müslümanların gayretleri ile, esir Mehmetçiklerin yaşadıkları ve defnedildikleri bölgeye ulaşan Seyfullah Bey’in bu çabaları neticesinde, zaman içerisinde Türk mezarları tespit edilerek, bu mezarlar şehitlik haline getirildi.

İngilizler’in 1948 yılında bölgeyi terk etmesinden sonra, bölgede Myanmar isminde bir devlet kuruldu. Günümüzde 50 Milyonun üzerinde insanın yaşadığı ve nüfusun yaklaşık olarak %4’ünün müslüman olduğu bu ülke, idari olarak 7 eyalete ayrılmış durumda... Ülkenin güney basıtısında kalan Arakan, bu eyaletlerden müslüman nüfusun yaşadığı tek bölge olma özelliğini korusa da, gerek bölgenin jeopolitik konumu, gerekse yer altı zenginlikleri sebebiyle 20. Asrın başlarından beri sürekli Budist teröristler Arakan’da yaşayan müslümanlara türlü eziyetler çektirmeye ve buranın yerli halkı olan Müslümanlar’a karşı adeta bir soykırım uygulayarak bölgedeki nüfuslarını kırmaya çalışmaktalar.

Anadolu coğrafyasındaki Türkler ile Arakan’daki müslümanların kaderleri üçüncü defa işte bu çatışmaların en sonuncusunda kesişti. Genç bir kadının, artık ilişkisini bitirmiş olduğu eski sevgilisi ve onun iki arkadaşı tarafından tecavüz edilerek öldürülmesi ve cesedinin de Arakan’da, Budistler’in yaşadığı bölgeye bırakılması ile, kadını müslümanların öldürdüğü algısı oluşturulan bölgede Myanmar Silahlı Kuvvetleri’nin de desteğini alan Budist teröristler yaklaşık üç aydır bölgeye insani yardım malzemesinin girmesini engelledikleri gibi türlü vahşetler ile müslümanları öldürmekten de geri durmuyorlar.

Bütün dünyanın adeta kör ve sağır olduğu bu olaylara ise, Türkiye hem devlet, hem de sivil toplum örgütleri düzeyinde yardım elini açmış ve bölgede yaşayan müslümanlara adeta bir can suyu olmakta ve Arakan’daki Müslümanların bu halinin, Şairin;

“Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı,

Tek dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı!” dediği, ölümsüz şarkının bendesi müslümanların her yerde garip olduğunu gösteren bir ibret vesikası olarak bütün dünyanın gözü önünde fark edileceği tarihi beklemektedir.

Bu yazı toplam 4764 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar