MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

“ELİF” DEDİM, BAŞLADIM...

A+A-

Sakarya Gazetesi’nin deneyimli muhabiri Sinan Önce, geçtiğimiz hafta dünya evine girdi. Bu vesileyle Mücahit ve Mehmet Erdal kardeşlerin önderliğinde masalara sığmayan Sakarya Gazetesi ailesinin içerisinde, bize ayrılan yere oturduğumuzda gazetemizin Yazı İşleri Müdürü Mehmet Erdem ile yan yana düşüverdik. Mehmet Ağabey sohbet sırasında benim Sakarya’daki yazılarımdan bahsederek, Osmaneli Haber gazetesinde de yazmam konusunda heveslendirince “Ne yazayım” ve “Nasıl başlayayım” konusunu düşünmeye başladım.

Malûmunuz olduğu üzere Sakarya Gazetesi’nde “Başlıyoruz, Vurun ‘Ey Gazileri’!” dediğimizde, bu köşede Bilecik’in tarihini ve kültürünü anlatmak istediğimi yazmıştım. Kendimizi tekrar etmemek için farklı bir üslûpla, farklı konuların ele alınması gerektiğini düşünürken, sosyal medyada bir arkadaşımın “Leylâ ve Mecnun” hikâyesi ile ilgili bir paylaşımını görüverdim.
“Leyla ve Mecnun” bildiğiniz gibi çok eski bir Arap anlatısıdır. Zamanın şairlerinin bu konuda eser kaleme alması âdetten olduğundan, beynelminel bir özellik kazanmıştır. Türk Edebiyatındaki etkisini önemli divan şairlerinden Fuzulî ile arttıran bu hikâyede, Mecnun’un Leyla’ya duyduğu aşkın merhale merhale Allah’a yöneldiği ve Mecun’un aşkı olgunlaştıkça Leyla’yı aşarak, Allah’a hasret çektiği anlatılmaktadır. Fuzulî’nin “Gerçek âşık benim, Mecnun’un ancak adı var” diyecek kadar Anadolu kültüründe yer edinen Mecnun’un aşkından geriye darbı mesel olarak anlatıla gelen pek çok hikâye kaldı. Benim de bir kaçını anlattığım ve beklediğimden daha fazla ilgi gören bu sosyal medya paylaşımları esnasında, Türk-İslâm sanatı geleneğindeki aşk hikâyelerini düşündüm. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi pek çok örneği bulunan bu hikâyeler aslında “Leyla ve Mecun”un Türk folklor geleneği ile sentezlenerek uyarlanmış halleri olabilir mi?

Kâh “Mecnun’um Leyla’yı gördüm” denerek bir iç Anadolu türküsünde karşımıza çıkan, kâh “Kerpiç kerpiç üstüne”de;

“Leyla’dan haber aldım gitmiş Mısır’a,
Koyun olup melesem ardı sıra...”

Denerek bir Doğu Anadolu Türküsünde, bizi dertten derde sokan Leyla, zaman içerisinde kavuşulmayan bütün aşkların bir remzi, simgesi olmadı mı?...

Aslında Anadolu kültüründe Leyla’dan önce Elif vardı. Arap elifbasının ilk harfi olan ve dimdik çekilen elif harfi her şeyin başlangıcı kabul edilmekte, hattâ alfabedeki diğer bütün harflerin elifin kıvrılıp bükülmesiyle oluştuğuna inanılmaktadır. Ebced hesabındaki değeri (1) olan elif harfinin, bu yönüyle birliğe ve vahdaniyete de bir işaret olduğundan; tasavvufta doğrudan doğruya Allah’ı temsil ettiği söylenmektedir. Vefat ettiği günü bir düğüne benzeten Mevlâna Hazretleri de elif için şöyle demiştir: “Aşk da tıpkı elif gibidir, isminde gizlidir. O olmadan da besmele sesi gelmez. O her şeyin başıdır.” Milletimiz bu inceliği fark etmiş ve elife hem remz haliyle hem de söylenme şekliyle farklı manalar yüklemiştir.

Başka dillerde ve milletlerde var mı bilmiyorum, ama Anadolu coğrafyasında elif, kız çocuklarına sıklıkla konulan bir isim olagelmiştir. Bunun devamında da şiirimize, şarkımıza, Türkümüze, hikâyemize ve masalımıza girmiştir. Karacaoğlan’ın sevdiği kızı anlattığı;
“İncecikten bir kar yağar,
Tozar elif elif diye!
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer elif elif diye” şiiri (ve türküsü) bunun en belirgin örneklerindendir.

Elif deyince benim aklıma Karacaoğlan’dan da yakın, komşumuz Kütahya’nın bir türküsü gelir:
“Elif dedim be dedim,
Kız ben sana ne dedim,
Guş ganedi kalem olsa,
Yazılmaz benim derdim.

Elif’im noktalandı,
Az derdim çokçalandı,
Yetiş anam yetiş babam,
Mezarım tahtalandı”.

Sevdiği kızla (Elif’le) evlenmeye hazırlanırken verem hastalığına yakalanan ve kızın ailesi tarafından düğünden önce iyileş denildiği için hastaneye yatan, burada hastalığı ile uğraşırken bir daha Elif’i görmesine izin verilmeyen gencin hazin hikâyesini anlatan bu türküdeki Elif; artık gencin sevdiği Elif midir, yoksa bu genç de Elif üzerinden vuslata ermiş midir bilmiyoruz...

Herşeyin başlangıcı kabul edilen elif harfinin de bir başlangıcı var: Nokta... Hattat elifi çekmek için kalemi eline aldığında, kalemi kâğıda değdirir ve kâğıtta önce bir nokta belirir. Elifi çektikten sonra kalemi kaldırmadan önceki son mürekkep de yine bir noktadır. İşte elif bu iki nokta arasındadır. Bu bakımdan türküde geçen “Elifim noktalandı”dan hem bir son, hem de bir başlangıç anlamalıyız. Belki de elifin bu noktası, tam olarak, Mecnun’un Leyla aşkından Allah aşkına geçtiği âna isabet ediyordur. Bu bakımdan “Ha Elif, Ha Leyla” demektense “Hem Elif, Hem Leyla” demek ve hepsini (bir)de aramak daha doğru olmaz mı?

Biz de Osmaneli Haber gazetesinde “Elif” diyerek başladığımız köşemizde; elifimiz noktalanana kadar; aslında baktığımız ama görmediğimiz, izlediğimiz ama anlamlandıramadığımız, geleneklerimize, örfümüze, iliğimize kemiğimize kadar işlemiş ama birbirleri arasındaki rabıtaya dikkat etmediğimiz konuları, dilimiz döndüğünce anlatmaya gayret edeceğiz. Allah mahcup etmesin.
Bu vesile ile Sinan Önce kardeşimize de ömür boyu saadetler diliyorum.

 

Bu yazı toplam 5770 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar